BALIK BURCU: VARLIĞIN ÇÖZÜLDÜĞÜ SINIRDA
I. VARLIK FELSEFESİ BAĞLAMINDA BALIK BURCU
Balık burcu, varlığın sınırlarında gezinir; hatta çoğu zaman sınırı inkâr eder. Onun doğası, özsel olarak ayrım ilkesine (principium individuationis) direnir. Arthur Schopenhauer, bireyselliği acının kaynağı olarak tanımlar; Balık burcu ise bu bireyselliği çözerek Nirvana’ya ulaşmak ister. Ego’nun çözülüşü, onun varoluşsal amacıdır.
Varlığın birliği, Balık bilincinin metafizik omurgasını oluşturur. Bu burç, Spinoza’nın panteizmini –yani Tanrı’nın doğanın kendisi olduğuna dair ontolojik görüşü– içselleştirir. Her varlık, tüm varoluşun bir yansımasıdır; ayrılık yanılsamadır. Dolayısıyla Balık, bireysel varoluşu aşan bir kozmik şuurla yaşar.
Balık’ın varoluşsal yönelimi, Heidegger’in “Dasein” kavramının tersine işleyen bir tefekkürdür. Heidegger, “orada-oluş”un dünyaya fırlatılmış olduğunu söylerken; Balık, dünyadan geri çekilmeyi, bedenin ve zamanın sınırlarını aşıp aşkın olanla birleşmeyi arzular. Onun için hakikat, soyut değil, mistiktir; zihinle değil, sezgiyle anlaşılır.
II. MİTOLOJİK KARŞILIĞI: PISCES ve AFRODİT & EROS’UN DÖNÜŞÜMÜ
Balık burcunun mitolojik kökeni, Afrodit ve Eros’un Tifon’dan kaçarken kendilerini iki balığa dönüştürerek Fırat nehrine atması hikâyesidir. Bu dönüşüm, yalnızca fiziksel bir kaçış değil, aynı zamanda kozmik uyumla yeniden birleşmenin sembolüdür.
Balık, burada aşkın ve güzelliğin (Afrodit) ilahi gücüyle, kozmik bağın (Eros) suyla birleşerek yeniden doğmasını temsil eder. Mit, bedenin biçimsizliğe dönüşmesiyle değil, ruhun daha yüksek bir forma evrilmesiyle ilgilidir. Bu nedenle Balık burcu, formdan forma geçişin, tenin sembole dönüşümünün işaretidir.
Bu mit, aynı zamanda Platon’un idealar dünyasına kaçışı simgeler. Duyuların ve fiziksel dünyanın ötesinde bir gerçeklik vardır ve Balık bu gerçekliğe sezgiyle ulaşır. Mitos, tanrısal olanın korunması için dünyevi biçimlerin aşılması gerektiğini söyler.
III. TANRISAL İZDÜŞÜMÜ: POSEIDON ve DIONYSOS
Balık burcunun tanrısal izdüşümünde bir ikilik vardır: Poseidon ve Dionysos. Bu iki tanrı, Balık doğasının iki ayrı yönünü temsil eder:
Poseidon (Neptün): Duyguların, bilinçdışının, rüyaların ve bilinmeyen suların tanrısı. Okyanus, kolektif bilinçdışının metaforu olarak Balık’ın psişik alanını tanımlar. Balık, tıpkı Poseidon gibi öngörülemezdir: hem sükunet hem fırtına taşır. Bu yönüyle Carl Jung’un kolektif bilinçdışı kavramıyla doğrudan ilişkilidir.
Dionysos: Aklın sınırlarını aşan, sarhoşluk ve vecd içinde tanrıyla birleşme arzusu. Dionysosçu bilinç, mantığın değil *“enthousiasmos”*un (içten gelen tanrısallığın) peşindedir. Balık, bu vecd halini yaşar; kendinden geçerek evrenle birleşir. Dionysos’un mistik çılgınlığı, Balık’ın sezgisel deliliğidir.
IV. ARKETİPSEL ANALİZ: KURTARICI, KURBAN ve MİSTİK
Balık burcu, Jungiyen psikolojide birkaç arketipin kesişiminde yer alır:
1. Kurban Arketipi: Balık, kolektif acıyı yüklenir. Onun empatisi sınır tanımaz; başkalarının acısı, onun kendi varlığıymış gibi yaşanır. Burada, İsa Mesih arketipi öne çıkar. Acının dönüştürücü gücü, Balık’ın özüdür.
2. Kurtarıcı Arketipi: Balık sadece acıyı taşımaz, onu şifalandırmak ister. Ancak bu çoğu zaman kendini feda pahasına olur. Yine Mesih benzeri figürlerin trajik kurtarıcılığı bu burçta yankı bulur.
3. Mistik-Arketip: Balık, sezgiyle evrenin dilini konuşur. Gnostik bilgeliğin, sufî vecdin, Zen aydınlanmasının içindedir. Onun bilgeliği, anlatılmaz olanı sezmeye dairdir. “Bilen değil, hisseden hakikate yaklaşır.”
V. BALIK BURCUNUN KADERİ VE BİLİNÇLEŞME YOLU
Balık’ın kaderi, çözülme ve birleşme arasında salınır. Negatif kutupta bu, sınırları kaybetmek, bağımlılıklar, hayal dünyasına sığınmak ve kaçışla sonuçlanabilir. Ancak bilinçli Balık, Neptünyen kaosun içinden kozmos yaratmayı öğrenir.
O, özne ile nesnenin ayrı olmadığı bir bilinç düzeyine evrilmeyi hedefler. Bu da onu astrolojik çarkın sonunda, yeni bir başlangıca hazırlayan burç yapar. Balık, dönüşümle tamamlanan yolculuğun eşiğidir.
SONSÖZ:
Balık burcu, insan ruhunun en soyut, en incelikli titreşimlerine ev sahipliği yapar. Onun varoluşu, “var olmak düşünmektir” değil, “var olmak hissetmektir” diyen bir bilinç düzeyinde tezahür eder. Mistik olanın hizmetkârı, sezgisel hakikatin taşıyıcısıdır. O, evrenin gözyaşı gibi bir damlada sonsuzu taşır.

